Kayıtlar

anlık gelen his ve rüya

 ben istiyorum ki hep o müziklerin hissettirdiklerini hissedeyim. deniz boyu uzanan kayalıklarda sevgilimle saatlerce oturalım. bi yandan bi şeyler içerken bi yandan durmaksızın sohbet edelim. güneş hiç yakmasın, rüzgar hiç üşütmesin. gün nasıl geçti anlamayalım. kalbimiz hep bu hevesle atsın. rengarenk giyinelim mesela insanlar bize bakınca içleri açılsın. gülelim, çok gülelim. yeri gelsin. o kadar gülelim ki gözlerimizden yaşlar gelsin. tatlı köpeklerle dolsun etrafımız. onlarla koşuşturup oynarken yorgun düşelim. deniz kabuklarıyla süslediğimiz loş ışıklı sahil şeridi evimize gidelim. sebzelerden yemekler hazırlayalım. mezelerle donatalım soframızı. humusu da unutmayalım. masa. evin verandasında olsun. gece olunca çayımızı alıp çıplak ayaklarla verandanın önünden ahşap basamaklarla uzanan çimleri geçip kumsalda oturalım. kocaman bi müzik sistemimiz olsun. bu müzikler hiç susmasın hayatımda. çünkü ben onlarla yaşıyorum, hayal kuruyorum. hayat hep bu andan ibaret olsun bende, razı...

eteğimde kırmızı çiçeklerle

Kamu Spotu: Dağınık düşünceler bulutunun üzerinde gezindiği bu yazıda her şey düşündükçe birbiriyle anlam bütünlüğü oluşturuyor!  Sevginin ansallığı vuruyor kanımca bizi. İsmini kutsadık diye bitmez sanıyoruz sevgileri. Halbuki kabullensek duyguların da tükenebildiğini ve an'a özel olduğunu çok daha tadını çıkarabilirdik bu gezegenin. Telaş bizi kör ediyor. Ben her zaman bir melodide ya da gözlerimi dolduran bir kokuda bulacağım sevgilerimi, kendime söz. Hepsini kabul edeceğim duyguların. Sevgiye benziyor diye sevgi sanmayacağım, sanarsam da kızmayacağım kendim dahil kimseye.  Eğer müzik olmasaydı bu bloğa yazı çıkmayacaktı sanırım. :) Ama çok güzeller ve bence kimsenin hissetmediği bambaşka şeyler hissediyorum dinlerken. Belki verdiğim anlamlardan olduğunu düşüneceksiniz fakat ben bunun büyülü olduğunu savunacağım. Müzikte de derin bir sevgi saklı. Mesela şu an Mavi Gri'den Dünyanın En Güzel Kızı'nı dinliyorum tekrar tekrar. Her bir nota dev bir sinemadaymışım gibi görüntü...

aynayla hasbihal

 Yüzleşmem gereken bir şey var, sözde olmadığına inandığım ve yokluğuyla hem onur hem gurur duyduğum bir ego. Bence varlık ve yokluk birbirine çok yakın şeyler, insanlık deyimiyle ince bir çizgi var aralarında. Hatta bence iç içe kavramlar. Egonun varlığı, özgüven eksikliği barındırır mesela. :)     Kendi kendime yazıp güldüğüm, bazen üzüldüğüm ve çokça düşündüğüm bu mecrada her şeye ''bence'' eklemeyi terk etmeye çalışıyorum bu ara. Burada sanki izleniyormuşum gibi konuşmayı da bırakmaya çalışacağım. İç sesimi dökmeye çalışacağım olabildiğince. -Yine de bir gün görürse annemi hayal kırıklığına uğratmamak için küfürleri es geçebilirim. :)-   Bunun bir ismi varmış, Spotlight Etkisi. Yani sahne ışığı; sürekli sahnede izleniyor gibi hissetme, düşünme ve öyle davranma dürtüsü. Potansiyel bir psikoloji uzmanı olma edalarıyla hemen kendime bu tanıyı koydum, hatta bir de yapıştırdım 'ileri derece' diye. E ne de olsa insanın en iyi psikoloğu kendidir değil mi? Avut...

denize doğru

 Bazı melodiler çok farklı. Bazı melodiler gerçek güzel. Mesela Bülent Ortaçgil’in “yine de oynar mısın benimle?” demesiyle “su olsam, ateş olsam” demesi arasındaki melodi, “yastıklı şarkı”nın giriş melodisi, Nazan Öncel’in “anlamadan, dinlemeden” deme arasındaki melodi…   Bazen yok oluyorum. Bazen de o kadar güçlü var oluyorum ki. Bazen portakal çiçeklerinin kokusunu alıyorum. Bazen bile isteye nefesimi tutuyorum. Bazı geceler uyuyamıyorum. Bazı “bazı”lar gerçekten nadirdir ama vardır. :) Neden uyuyamadığımı düşünüp cevap bulamıyorum. Ama aslında derinde bir yerde cevabı da biliyorum.   Eğer kendi evimde olsam şu dakika çıkıp deniz kenarında uzun yürüyüşler yapar ve muhtemelen hayata dair derin fikirlere dalardım. Arkada Sertap Erener “Lal”i söylerdi, annem aklıma gelirdi, burnumun direği sızlardı, bir damla yaş başlardı akmaya. Birileri yeni yeni uyanmaya, işe gitmeye başlardı. Deniz köpük köpük vururdu kayalara. Belki bir kedi miyavlardı. Belki bir sarhoş dö...

denge

   İçimde kocaman bir huzur ve onun da içinde nokta kadar huzursuzluk var. Hiçbir şey dün olduğu kadar güzel değil ama yarın olacağı gibi güzel de olmayacak. Vücuduma kocaman oksijen dolu bir nefes giriyor ama bir tanesini hemen kaybediyorum. Bunun adı denge ve artık kabulleniyorum.  Sevdiğim çok şeyi yitirdim ama inanır mısınız yerleri doldu yenileriyle. Bazı insanlar gitti,  sayısıncası eklendi. Bir gün ağlıyordum, sonra gülümsedim. Zehirli sevgi tohumları ektiler kalbime. Bu sefer işler değişti, zaman geçti ben de başkalarına ektim. İyileştim, hastalandım. Acıdım, acındım.  Evrendeki ve içimdeki denge. His terazimin kollarının eninde sonundaki eşitliği. Üzüldüğümden bir gram bile eksik sevinmemem. Ya da pişman olduğumdan daha az gurur duymamam yaptıklarımla. Burada var olan ne varsa her şey muazzam bir dengeye sahip ve gördükçe hayran kalıyorum buna.   

enseden şakağa

  Her seferinde olduğu gibi kendime verdiğim sözleri çiğniyorum yine. Hem de en önemlisini sanırım. Bazen yasakları çiğnemekten zevk alır ya çocuklar, onlar kadar da şenim aslında. Lakin çok iyi biliyorum yine bir bedel ödeyeceğimi. Belki yine vicdanıma sancılar saplanacak, belki üzülen ben olacağım, cevapsız sorularım olacak, düzenim şaşacak... Umarım yanılıyorumdur. Umarım bu bilgece tavırlarımın arkası boş çıkar, umarım bu kadar güzel şeyler nasıl oldu diye sevinebilirim; nasıl hiç hasar almadan geldim bu güne diye.   Bazen hayat bana işaretler yolluyor. Bunun çok farkındayım. Bazen fazladan bir şey yapmıyor bile. Ama öyle bir ''heh'' dedirtiyor ki bunun bile işaret olduğunu anlıyorsunuz. ''nasıl bu kadar tam, nasıl bu kadar doğru, nasıl bu kadar denk gelebildi her şey?'' dedirtiyor insana. Tesadüf. Tesadüfün varlığına öyle bir inandırıyor ki. Sanki dünya üzerinde doğru kalmamış, en doğru o yanlışmış gibi hissettiriyor. Hem çok mantıklı hem deli saçma...

alıp da veremediğim nefesler

Resim
  İnsanın anılarından değerli neyi vardır ki? Dün bir dizide çok sevdiğim bir şarkı çaldı ve beni yakın tarihime; anılarıma götürdü. Yaşarken kıymetini mi bilemedim yoksa o kadar güzeldi ki düşünmeye bile vaktim mi olmadı bilmiyorum. Keşke daha fazla vakit geçirebilseydim orda diyorum, keşke daha birçok anım olsaydı. Ama acaba o zaman da kıymeti mi olmazdı? Her şey gerçekten tadında mı güzel acaba?  Furkan ve Ali ile bulaşık yıkarken, masaları silerken, kat kontrolleri yaparken, depoda sufle pişirirken... Hep bu şarkı çalıyor, ah! Ne anılar ne anılar var... Başlarda sakin geçen akşamlar sonradan nasıl da kalabalıklaştı. Nasıl da bir içeri bir bahçeye koşuşturuyorduk elimizde tepsilerle. Ne kadar yorulduk, belimiz ağrırdı bulaşık yıkamaktan. Şikayet de etsek de o kadar mutluyduk ki. Neredeyse hiçbir kaygımız yoktu. Elbet o zamanlarda sorsanız neler neler sayardık problem olarak. Ama şimdi bakıyorum da hiçbirinin önemi yokmuş ki. Kendimizi avutacağımız, meşgul olacağımız bir ort...