alıp da veremediğim nefesler
İnsanın anılarından değerli neyi vardır ki? Dün bir dizide çok sevdiğim bir şarkı çaldı ve beni yakın tarihime; anılarıma götürdü. Yaşarken kıymetini mi bilemedim yoksa o kadar güzeldi ki düşünmeye bile vaktim mi olmadı bilmiyorum. Keşke daha fazla vakit geçirebilseydim orda diyorum, keşke daha birçok anım olsaydı. Ama acaba o zaman da kıymeti mi olmazdı? Her şey gerçekten tadında mı güzel acaba?
Furkan ve Ali ile bulaşık yıkarken, masaları silerken, kat kontrolleri yaparken, depoda sufle pişirirken... Hep bu şarkı çalıyor, ah! Ne anılar ne anılar var... Başlarda sakin geçen akşamlar sonradan nasıl da kalabalıklaştı. Nasıl da bir içeri bir bahçeye koşuşturuyorduk elimizde tepsilerle. Ne kadar yorulduk, belimiz ağrırdı bulaşık yıkamaktan. Şikayet de etsek de o kadar mutluyduk ki. Neredeyse hiçbir kaygımız yoktu. Elbet o zamanlarda sorsanız neler neler sayardık problem olarak. Ama şimdi bakıyorum da hiçbirinin önemi yokmuş ki. Kendimizi avutacağımız, meşgul olacağımız bir ortamdaydık. Dert ne ki?:)
Anneannem yemekler yapıyor getiriyor, Hatice ablayla sofralar hazırlıyoruz. Kokusu bile burnumda yemeklerin hala. Bazı günler kalabalık sofralarımız oluyor. Arada dayım geliyor. Hep birlikte yiyip hep birlikte topluyoruz sofrayı. Bir tepsi çay doldurup götürüyorum yemekten sonra. Günün sakin saatlerinde annem birimizi dondurma almaya yolluyor, oturup hep beraber dondurmalarımızı yiyoruz. Sonra Metin geliyor oturuyor, annemle saatlerce sohbet ediyorlar. Kadir abi geliyor kahve içiyor geceleri, kuzenleri arkadaşları geliyor. Diğer komşumuzun adını hatırlamıyorum, bazen o geliyor, bazen kızları da geliyor. Arada Kadir abinin annesi taze yemekler yolluyor.
Müşteriler menengiç istiyor, buram buram tütüyor mağazanın içi. Kahve istiyorlar, hemen sunuma kurabiyeyi peçeteyi diziyoruz. Bu şarkıları mırıldanarak götürüyoruz siparişleri. İçeri müşteri girse koşuyorum hemen, bakın bu ürün bunu anlatıyor bu şu işe yarıyor diye başlıyorum anlatmaya. Gün bitiyor erkekler masaları taşıyor içeriye, ben mutfağı temizliyorum. Gün başlıyor yine masalar dışarıya, kahve makineleri başlatılıyor. Çay demleniyor taze taze, kahvaltılar hazırlanıyor. Furkanla kapıda bekliyoruz tüm işler bitince, kapıdan geçenleri davet ediyoruz içeriye. ''Ben bir şey almam ama, gezeceğim sadece.'' diyor bazıları. ''Olur mu efendim siz gezin diye var bu mağaza, buyurun lütfen.'' diyoruz. Çok büyük sevgiyle yaptık orada her şeyi. Bir gününden bile pişman değilim şahsen.
Daimi müşterilerimiz geliyor şu an aklıma, neler yapıyorlar kim bilir şimdi. Mesela Berna, blog yazıları sayesinde teşvik oldum ben de bu bloğu açmaya, mutlu mudur şimdi, tatmin oluyor mudur hayatından? Ümit abi ve yeğeni Tarık, bizden sonra nereye gidiyorlar acaba tatlı yemeye? Biri daha vardı, bizle anlaşma yapmak istemişti her gün gelip ders çalışmak için. Bir karı koca vardı, mutlaka tekrar geleceğiz Özlem senin için, demişlerdi. Geldiler mi acaba tekrar, beni sordular mı? Şerife Hanım, eşi ve kızı Ezgi vardı. Birbirimizin numarasını da almıştık Şerife Hanımla, ama işte ordaki gibi olmuyor. Bir kız daha vardı çok seven kafemizi. İsmini unuttum ama yüzü gözlerimin önünde. ''Yeni bir yer açarsanız mutlaka haberdar et, tüm arkadaşlarımı yığarım oraya.'' demişti. Yaşça büyük bir çift vardı bir de, sade türk kahvesi ve sade soda içerlerdi hep. Ah bir de tatlı meselesi var değil mi? :) Tatlıları bitirmek için ne kadar uğraşıyorduk, ''Kahvenin yanında tiramisu da ister misiniz?'', ''Limonatayla cheesecake çok güzel gider denemek ister misiniz?'', ''Severseniz fırın sütlacımız da taze.’'...
İşte bunların hepsini, çok çok daha fazlasını bana 10 saniyelik bir müzik hatırlatıyor. Bunları yazarken de tüm o 3 ay boyunca, döndür döndür çaldığımız müzik listelerinden birini açtım. Yeni Türkü, Grup Gündoğarken, Doğan Canku, Ezgi'nin Günlüğü... Her şey şimşek gibi çakıyor beynime şu anda, deyim yerindeyse film şeridi gibi geçiyor gözerimin önünden. Zihnimde var olan, buraya kelimelere çevirerek dökemediğim daha o kadar çok şey var ki. Zihnime yalvarıyorum resmen anlatabilmek için. Her şey o kadar güzeldi ki... Ama işte maalesef bunları düşünmek ruhuma ağır geliyor, kalbim eziliyor.
Başlarken dedim ya, insanın bu dünya üzerinde sahip olabileceği en güzel, en kıymetli varlığı anıları. Geri gelmeyecek olması boğazı düğümlerken, güzelliği yüzde güller açtırıyor. Anılar, hem mutlu ediyor hem ağlatıyor. Korkunç bir baş ağrısı olarak da gelebiliyor, yaşam sevinci olarak da. Çocuklar gibi şenlendiren anılar, duygu cümbüşü yaratan anılar, coşkunun doruğuna ulaştıran anılar... Diğerleri anılarını ne olarak görür bilemem. Benim anılarım hayat bahçemde rengarenk çiçeklerim, saçlarımda bahar rüzgarım, gençliğimdeki kulağıma küpe, dostluklarım, acılarım, içtiğim su :) gözlerimde parıltı benim anılarım. Kalbimde sızı da olsa bazıları, bağrıma basa basa sarılıyorum hepsine. Beni büyüten sizsiniz ve asla siz olmadan ben, ben olamam.
Tüm hayatıma, bu evrene, insanlara, ortama, Bedestende büyüyen kedimiz Prenses'e, anneme, aileme, Furkan'a, yaratan'a, kendime ve Bedesten'in hayat bahçemdeki varlığına sonsuz şükranlarım ile.
Son olarak,
Geçse de yolumuz bozkırlardan, denizlere çıkar sokaklar.
Yorumlar
Yorum Gönder